Nef’i Kaside İncelemesi


Der-Ta’rif-i Şehr-i Edrine bâ-Medh-i Sultân Ahmed Hân

Edrine şehri mi bu yâ Gülşen-i Me’vâ mıdır?

Anda kasr-ı pâdişâhî cennet-i a’lâ mıdır?

Beyt-i Ma’mûr-ı felek mi ol fezâda ol sarây

Yâ zemîni cennet olmuş Kâ’be-yi ulyâ mıdır?

Cûylar mı devr iden tarf-ı çemen-zârın yahûd

Mâ’i pervâz ile kat’olmuş yeşil hârâ mıdır?

Sebz ü hurrem bir fezâ mı her kenâr-ı cûy-bâr

Yâ miyân-ı cûda aks-i künbed-i hadrâ mıdır?

Hıfz içün yahûd vücûd-ı pâdişâhı cûylar

Pâsbân-ı genç-i devlet olmuş olmuş ejderhâ mıdır?

Cenneti görmüş bir âdem var ise gelsün disün

Tarhı anın dahı böyle dil-keş ü ra’nâ mıdır?

Güllerinde var mı böyle reng ü bûy-ı dil-firîb

Yâ nesîm subhı böyle bûstân-pîrâ mıdır?

Bir dıraht-ı ser-firâzı var mı bâğ-ı cennetin

Yohsa ancak vâ’izin medh itdüği Tûbâ mıdır?

Bunda Tûbâdan kalur mı müşg-bîd-i ser-nigûn

Yâ gubâr-ı berg-i Tûbâ anda müşg-âsâ mıdır?

Habbezâ cây-ı neşât-efzâ ki Rıdvân görse ger

Hayretinden dirdi bu cennet midir dünyâ mıdır?

Sun’ı Hak yâ Gülşen-i cennetden ifrâz eylemiş

Başka bir cây-ı tarab-engîz ü gam-fersâ mıdır?

Dâ’imâ böyle müferrih mi bu cây-ı dil-küşâ

Her zaman âb u hevâsı böyle rûh-efzâ mıdır?

Yohsa şimdi eyleyen âb u hevâsın terbiyet

Âfitâb-ı devlet-i şâh-ı cihân-ârâ mıdır?

Ya’ni Sultân Ahmed-i âdil ki ferş-i dergehi

Arşdan a’lâ değilse çarhdan ednâ mıdır?

Şâh-ı dîn-perver ki teşrif-i kudûmiyle zemîn

Arşa nâz eylerse istiğnası istignâ mıdır?

Mâh-ı mülk-ârâ-yı devlet kim fürûğında felek

Mihrini fark eylemez pinhân mıdır peydâ mıdır?

Çarh ana ta’zîm idüp İskender-i Sânî dimek

Şânına nisbet meğer bir medh-i müstesnâ mıdır?

Vasf-ı bûy-ı hulkı mı satr-ı hat-ı şâ’irde yâ

Mevc-i deryâ-yı sühanda anber-i sârâ mıdır

Mülk-i pür-adlinde hod itmez tekayyüd kârbân

Hâris-i kâlâ mıdır yâ düzd-i bî-pervâ mıdır?

Âsumân mı âfitâb ile şitâb itmekde yâ

Zîr-i rânında semend-i cüst-i çâbük-pâ mıdır?

Ol cihân-gerd ü sebük-rev kim tefâvüt eylemez

Zîr-i pâyında zemîn deryâ mıdır sahrâ mıdır?

Berk-i mahz iken direng itse bilinmez peykeri

Rahş-ı çâbük-pâ mıdır yâ kûh-ı pâ-ber-câ mıdır?

Husrevâ  bu fende ger gırrâlanursam gör sözüm

Lâf-ı bî-ma’nâ mıdır yâ bir kurı da’vâ mıdır?

Bunca demdir da’vî-i sâhib-kırânîi eylerin

Bir mübâriz yok mı meydân-ı sühan tenhâ mıdır?

Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa bilmez rûzigâr

Şi’r-i Nef’î midir ol yâ kevkeb-i Şi’râ mıdır?

Nûr-ı mevvâc-meânî mi sözümde berk uran

Yâ libâs-ı nazmımın bir âteş-i hârâ mıdır?

Ma’nî-i rengîn mi lafz-ı âb-dârımda yahûd

Sâgar-ı mînâya konmuş lâle-gûn sahbâ mıdır?

Bikr-i ma’nî mi dilimde pertev-i ilhâm ile

Yâ felekde âfitâb-ı Zühre-i zehrâ mıdır?

Fikr-i pür- mazmûn mıdır âyine-i tab’ımda yâ

Aks-i nakş-ı kâr-gâh-ı âlem-i bâlâ mıdır?

Söz dükendi nice bir da’vâ-yı şi’r ü şâ’irî

Lâf u da’vâ bir taraf şimdi du’â hengâmıdır

Tâ felek kadr ü merâtib anlaya hem bildüre

Herkesin mikdârını ednâ mıdır a’lâ mıdır?

Ol kadar kadri bülend olsun ki gerdûn bilmeye

Arş-ı a’lâ mı yeri yâ kurb-ı “Ev ednâ” mıdır?
                                                       Nef’î

Günümüz Türkçesiyle

1. Edrine şehri mi bu yâ Gülşen-i Me’vâ mıdır?

   Anda kasr-ı pâdişâhî cennet-i a’lâ mıdır?

Burası Edirne şehri mi yoksa cennetin (Meva) gül bahçesi midir? Orada (bulunan) padişahın köşkü, cennetin en üst katı mıdır?

2. Beyt-i Ma’mûr-ı felek mi ol fezâda ol sarây

    Yâ zemîni cennet olmuş Kâ’be-yi ulyâ mıdır?

O saray gökyüzünde Beyt-i Ma’mur (Kâbe’nin tam üzerinde yedinci kat gökte bulunan köşk) mu? Yoksa zemini cennet olmuş yüce Kâbe midir?

3. Cûylar mı devr iden tarf-ı çemen-zârın yahûd

    Mâ’i pervâz ile kat’olmuş yeşil hârâ mıdır?

Çimenliğin etrafında dönüp duran ırmaklar mıdır? Yoksa mavi pervaz ile kesilmiş yeşil dalgalı hârâ (bir tür kumaş) mıdır?

4. Sebz ü hurrem bir fezâ mı her kenâr-ı cûy-bâr

    Yâ miyân-ı cûda aks-i künbed-i hadrâ mıdır?

Her ırmak kıyısı yeşil ve sulak bir gökyüzü müdür? Yoksa ırmağın ortasında aksi görünen yeşil gök kubbe midir?

5. Hıfz içün yahûd vücûd-ı pâdişâhı cûylar

    Pâsbân-ı genç-i devlet olmuş olmuş ejderhâ mıdır?

Yahut bu ırmaklar padişahın vücudunu korumak için devlet hazinesine bekçi olmuş ejderha mıdır?

6. Cenneti görmüş bir âdem var ise gelsün disün

    Tarhı anın dahı böyle dil-keş ü ra’nâ mıdır?

Cenneti görmüş bir adam varsa gelsin söylesin; onun da (cennetin) çiçek dikilen yerleri, bahçe düzeni böyle gönül çekici ve hoş mudur?

7. Güllerinde var mı böyle reng ü bûy-ı dil-firîb

    Yâ nesîm subhı böyle bûstân-pîrâ mıdır?

Cennetin güllerinde böyle gönül aldatıcı (cazibeli) renk ve koku var mıdır? Ya da onun sabah rüzgârı böyle bahçe süsleyici midir?

8. Bir dıraht-ı ser-firâzı var mı bâğ-ı cennetin

    Yohsa ancak vâ’izin medh itdüği Tûbâ mıdır?

Cennet bahçesinin bir boylu boslu ağacı var mıdır? Yoksa sadece vaizin övdüğü Tuba (cennet ağacı) mı vardır?

9. Bunda Tûbâdan kalur mı müşg-bîd-i ser-nigûn

    Yâ gubâr-ı berg-i Tûbâ anda müşg-âsâ mıdır?

Burada başı aşağı eğilen salkım söğüt, Tuba’dan geri kalır mı? Ya da cennetteki Tuba yaprağının tozu böyle mis kokulu mudur?

10. Habbezâ cây-ı neşât-efzâ ki Rıdvân görse ger

      Hayretinden dirdi bu cennet midir dünyâ mıdır?

Bu ne güzel zevk ve sefa arttıran bir yerdir ki eğer Rıdvan (cennetin kapıcısı) görse hayretinden “Bu cennet midir, dünya mıdır?” derdi.

11. Sun’ı Hak yâ Gülşen-i cennetden ifrâz eylemiş

      Başka bir cây-ı tarab-engîz ü gam-fersâ mıdır?

(Burası) İlahi kudretin, cennet bahçesinden ayırıp çıkardığı zevk ve sefa verici, üzüntü giderici başka bir yer midir?

12. Dâ’imâ böyle müferrih mi bu cây-ı dil-küşâ

      Her zaman âb u hevâsı böyle rûh-efzâ mıdır?

Bu gönül alıcı yer daima böyle ferahlık verici midir? Onun suyu ve havası her zaman böyle cana can katıcı mıdır?

13. Yohsa şimdi eyleyen âb u hevâsın terbiyet

      Âfitâb-ı devlet-i şâh-ı cihân-ârâ mıdır?

Yoksa şimdi suyunu ve havasını besleyip geliştiren, cihanı süsleyen padişahın devletinin güneşi midir?

14.Ya’ni Sultân Ahmed-i âdil ki ferş-i dergehi

      Arşdan a’lâ değilse çarhdan ednâ mıdır?

Yani adaletli padişah Sultan Ahmet ki onun dergâhının döşemesi arştan (göğün en üst katı) yüce değilse, çarhtan (gökyüzü) da aşağı mıdır?

15. Şâh-ı dîn-perver ki teşrif-i kudûmiyle zemîn

      Arşa nâz eylerse istiğnası istignâ mıdır?

Din gözeten padişah ki (Edirne’ye) gelip şereflendirmesiyle yer, arşa nazlansa bu nazlanması, nazlanma mı olur?

16. Mâh-ı mülk-ârâ-yı devlet kim fürûğında felek

      Mihrini fark eylemez pinhân mıdır peydâ mıdır?

Devlet mülkünü süsleyen ay ki parlaklığından felek (gökyüzü), güneşin gizli mi belli mi olduğunun farkında olmaz.

17. Çarh ana ta’zîm idüp İskender-i Sânî dimek

      Şânına nisbet meğer bir medh-i müstesnâ mıdır?

Gökyüzü, ona saygı gösterip ikinci İskender demek, onun şanına oranla ayrıcalıklı bir övgü mü olur?

(…)

18. Vasf-ı bûy-ı hulkı mı satr-ı hat-ı şâ’irde yâ

      Mevc-i deryâ-yı sühanda anber-i sârâ mıdır?

Şairin yazısının satırı huyunun kokusunun özelliği mi ya da söz denizinin dalgasında hilesiz anber (güzel koku) midir?

19. Mülk-i pür-adlinde hod itmez tekayyüd kârbân

      Hâris-i kâlâ mıdır yâ düzd-i bî-pervâ mıdır?

Adaletin saf ülkesinde kendini kandırmaz çalışan kervan, kale bekçisi midir yoksa pervasız hırsız mıdır?

20. Âsumân mı âfitâb ile şitâb itmekde yâ

      Zîr-i rânında semend-i cüst-i çâbük-pâ mıdır?

Gökyüzü mü güneşle yarışmakta yoksa çabuk ayaklı bir atın ayağının altı mıdır?

21. Ol cihân-gerd ü sebük-rev kim tefâvüt eylemez

      Zîr-i pâyında zemîn deryâ mıdır sahrâ mıdır?

O, cihanı çabucak gezen ki birbirinden yararlanmaz, ayağının altındaki zemin deniz midir, sahra (çöl, ova, kır) mıdır?

22. Berk-i mahz iken direng itse bilinmez peykeri

      Rahş-ı çâbük-pâ mıdır yâ kûh-ı pâ-ber-câ mıdır?

Saf bir yıldırımken gecikse bilinmez yüzü, gösterişli çabuk ayaklı bir at mıdır, yoksa yerinde duran bir dağ mıdır?

23. Husrevâ  bu fende ger gırrâlanursam gör sözüm

      Lâf-ı bî-ma’nâ mıdır yâ bir kurı da’vâ mıdır?

Ey padişah, bu şiir sanatında aldanırsam, kibirlenirsem, sözüme bak şiirlerim anlamsız sözler midir ya da bir kuru dava mıdır?

24. Bunca demdir da’vî-i sâhib-kırânîi eylerin

      Bir mübâriz yok mı meydân-ı sühan tenhâ mıdır?

Bunca zamandır sahipkıranlık (şiirde en güçlü olmak) davası gütmekteyim, ileri atılacak bir yiğit yok mu? Söz meydanı boş mudur?

25. Dürr-i nazmım çarha mengûş olsa bilmez rûzigâr

      Şi’r-i Nef’î midir ol yâ kevkeb-i Şi’râ mıdır?

Şiir incim feleğe küpe olsa, yine zaman Nef’i’nin şiiri mi ya da Şira yıldızı mı olduğunu bilmez.

26. Nûr-ı mevvâc-meânî mi sözümde berk uran

      Yâ libâs-ı nazmımın bir âteş-i hârâ mıdır?

Sözümde parıldayan, anlamlar dalgalanışının nuru mu ya da şiirimin giysisi, ateş renkli dalgalı kumaştan mıdır?

27. Ma’nî-i rengîn mi lafz-ı âb-dârımda yahûd

      Sâgar-ı mînâya konmuş lâle-gûn sahbâ mıdır?

Nükteli zarif sözlerim renkli anlamlar mıdır yahut sırça kadehe konmuş lale renkli şarap mıdır?

28. Bikr-i ma’nî mi dilimde pertev-i ilhâm ile

      Yâ felekde âfitâb-ı Zühre-i zehrâ mıdır?

Dilimde, gönlümdeki ilham ışığı ile anlam yeniliği midir yoksa gökte güneş ve parlak Zühre (Venüs) yıldızı mıdır?

29. Fikr-i pür- mazmûn mıdır âyine-i tab’ımda yâ

      Aks-i nakş-ı kâr-gâh-ı âlem-i bâlâ mıdır?

Şiirlerimin aynasındaki mazmun dolu sanatlı fikir midir, ya da yüce âlemin işyerinin türlü süslemelerinin bir yansıması mıdır?

30. Söz dükendi nice bir da’vâ-yı şi’r ü şâ’irî

      Lâf u da’vâ bir taraf şimdi du’â hengâmıdır

Söz tükendi. Şiir ve şairlik iddiası ne zamana kadar sürecek? Söz davasını bir tarafa bırakalım, şimdi dua etme zamanıdır.

31. Tâ felek kadr ü merâtib anlaya hem bildüre

      Herkesin mikdârını ednâ mıdır a’lâ mıdır?

Felek herkesin derecesini hem anlayıp hem bildirecektir. Herkesin değerini aşağı mıdır yüksek midir?

32. Ol kadar kadri bülend olsun ki gerdûn bilmeye

      Arş-ı a’lâ mı yeri yâ kurb-ı “Ev ednâ” mıdır?

O kadar yüksek değerde olsun ki dünya bilmesin, onun yeri “arş-ı âlâ” (Allah’ın yüceliğinin ve sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer) mıdır, yoksa  kurb-ı ev edna (Allah’a en yakın yer) mıdır?

Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi

Nazım biçimi: kasidedir.

Nazım birimi: beyittir.

Ölçüsü: aruz ölçüsüdür.

Kalıbı: “fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lâ tün / fâ i lün”dür.

Uyak şeması: “aa / ba / ca / da / ea / fa …” biçimindedir.

Ahenk Unsurları

---Me’vâ mıdır

---a’lâ mıdır
---ulyâ mıdır
---hârâ mıdır
---hadrâ mıdır
---ejderhâ mıdır
---ra’nâ mıdır
---pîrâ mıdır
---Tûbâ mıdır
---müşg-âsâ mıdır
---dünyâ mıdır
---gam-fersâ mıdır
---rûh-efzâ mıdır
---cihân-ârâ mıdır
---ednâ mıdır
---istignâ mıdır
---müstesnâ mıdır
---sârâ mıdır
---pervâ mıdır
---çabük-pâ mıdır
---sahrâ mıdır
---pâ-ber-câ mıdır
---da’vâ mıdır
---tenhâ mıdır
---Şi’râ mıdır
---hârâ mıdır
---sahbâ mıdır
---zehrâ mıdır
---bâlâ mıdır
(---hengâmıdır)
---a’lâ mıdır
---Ev ednâ mıdır    mıdır” redif; “” tam uyak

Not: Tüm beyitlerde “mıdır” soru anlamı taşımasına rağmen 30. Beyitte soru anlamı taşımamaktadır. Şair anlamı bozmamak için böyle bir yola başvurmuştur.)

Şiirdeki Diğer Ahenk Unsurları

Şiirde “m, n” ünsüzleri sık kullanılarak aliterasyon yapılmıştır.

Şiir boyunca “mıdır?” soru eki her beyitin sonunda tekrar edilerek hem ahenk güçlendirilmiş, hem de şiire anlam bütünlüğü kazandırılmıştır.

Şiirin İçerik Yönünden İncelenmesi

Açıklama – Yorum

Devrin padişahı Sultan Ahmet Han için yazılan bu kasidenin 1-13 arası beyitleri “nesip” bölümünü, 14. Beyit “girizgâh” (geçiş beyiti), 15-17 arası beyitler “mehdiye” bölümünü, 18-29 arası beyitler “fahriye” bölümünü, 30-32 arası beyitler “dua” bölümünü oluşturur.

Kaside, nesip bölümünde Edirne şehrinin övgüsüyle ve güzellikleriyle başlar. Sonra girizgâh beyitiyle padişahın övgüsüne geçilir. Mehdiye bölümünde devrin padişahı Sultan Ahmed övülür. Şair, fahriye bölümünde kendini över. Kaside dua bölümüyle sona erer.

Şiirin teması: Sultan Ahmed’e övgüdür.

Dil ve Anlatım

Nef’î’nin sağlam bir tekniği, ağır bir dili, cesur bir söyleyişi vardır. Aşırı süslü, abartılı söyleyişlerini yeni çağrışımlarla birleştirerek kendine özgü bir tarz geliştirmiştir.

Şair, gerek Edirne şehrini, gerek dönemin padişahı I. Ahmed’i, gerekse kendini överken abartılı bir dil kullanmıştır.

Şiirde bazı kelimelerin tekrar edildiği görülmektedir (cennet, Tuba, arş, edna, felek… ) Bu sayede hem okuyucunun dikkati çekilmekte hem de şiirin ahengi güçlendirilmektedir.

Şiirdeki Söz Sanatları

Kasidede baştan sona abartılı ve karşılaştırmalı bir anlatım görülür. Bu nedenle “mübalağa” ve “tezat” sanatlarına sıkça başvurulur. Bazı örnekler:

Ya’ni Sultân Ahmed-i âdil ki ferş-i dergehi

 Arşdan a’lâ değilse çarhdan ednâ mıdır?

Yani adaletli padişah Sultan Ahmet ki onun dergâhının döşemesi arştan (göğün en üst katı) yüce değilse, çarhtan (gökyüzü) aşağı mıdır? Bu beyitte “mübalağa” ve “tezat” (arş-çarh kelimelerinde) sanatları vardır.

Mâh-ı mülk-ârâ-yı devlet kim fürûğında felek

Mihrini fark eylemez pinhân mıdır peydâ mıdır?

Devlet mülkünü süsleyen ay ki parlaklığından felek (gökyüzü), güneşin gizli mi belli mi olduğunun farkında olmaz. Bu beyitte “mübalağa” ve “tezat” (pinhan-peyda kelimelerinde) sanatları vardır.

Ol cihân-gerd ü sebük-rev kim tefâvüt eylemez

Zîr-i pâyında zemîn deryâ mıdır sahrâ mıdır?

O, cihanı çabucak gezen ki birbirinden yararlanmaz, ayağının altındaki zemin deniz midir, sahra mıdır? Bu beyitte “mübalağa” ve “tezat” (derya-sahra kelimelerinde) sanatları vardır.

Tâ felek kadr ü merâtib anlaya hem bildüre

Herkesin mikdârını ednâ mıdır a’lâ mıdır?

Felek herkesin derecesini hem anlayıp hem bildirecektir. Herkesin değeri aşağı mı yüksek mi? Bu beyitte “tezat” (edna-a’lâ kelimelerinde ) sanatı vardır.

Habbezâ cây-ı neşât-efzâ ki Rıdvân görse ger

Hayretinden dirdi bu cennet midir dünyâ mıdır?

Bu ne güzel zevk ve sefa arttıran bir yerdir ki eğer Rıdvan (cennetin kapıcısı) görse hayretinden “Bu cennet midir, dünya mıdır?” derdi. Bu beyitte “telmih” (Rıdvan kelimesinde) ve “mübalağa” sanatları vardır.

Bunda Tûbâdan kalur mı müşg-bîd-i ser-nigûn

Yâ gubâr-ı berg-i Tûbâ anda müşg-âsâ mıdır?

Burada başı aşağı eğilen salkım söğüt, Tuba’dan geri kalır mı? Ya da cennetteki Tuba yaprağının tozu böyle mis kokulu mudur? Bu beyitte “mübalağa” ve “telmih” (Tuba ağacı kelimesinde) sanatları vardır.

Güllerinde var mı böyle reng ü bûy-ı dil-firîb

Yâ nesîm subhı böyle bûstân-pîrâ mıdır?

Cennetin güllerinde böyle gönül aldatıcı (cazibeli) renk ve koku var mıdır? Ya da onun sabah rüzgârı böyle bahçe süsleyici midir? Bu beyitte “tecahül-i arif” ve “mübalağa” sanatları vardır.

Vasf-ı bûy-ı hulkı mı satr-ı hat-ı şâ’irde yâ

Mevc-i deryâ-yı sühanda anber-i sârâ mıdır?

Şairin yazısının satırı huyunun kokusunu tanımlama mı ya da söz denizinin dalgasında hilesiz anber midir? Bu beyitte “tenasüp” (satr-ı hat, şair, derya-yı sühan, anber-i sara arasında) sanatı var.

Mülk-i pür-adlinde hod itmez tekayyüd kârbân

Hâris-i kâlâ mıdır yâ düzd-i bî-pervâ mıdır?

Adaletin saf ülkesinde kendini kandırmaz kervan, kale bekçisi midir yoksa pervasız hırsız mıdır? Bu beyitte “tezat” (haris-düzd kelimelerinde) sanatı var.

Şair Hakkında - Nef’î

Nef’î, 1570 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Asıl adı Ömer olan şairin babası Sipahi Mehmet Bey’dir. Öğrenimine Hasankale’de başladı. Sonra Erzurum’a gelerek iyi bir öğrenim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. Genç yaşlarda şiir yazmaya başladı.

1585 yılında kullandığı ilk mahlası “Darrî” (zararlı) Erzurum defterdarı Gelibolulu Müverrih Ali tarafından “Nef’î” (yararlı) olarak değiştirildi.

Nef’i, I. Ahmet tahta çıkınca İstanbul’a gitti. Devlet hizmetine girerek bir süre farklı memurluklarda çalıştı. Sarayla yakın ilişkiler kurdu. I. Ahmed, I. Mustafa, II. Osman ve IV. Murad olmak üzere dört padişah döneminde yaşadı. Bütün hayatını devlet memuru olarak geçirdi.

Divan edebiyatında hicvin en büyük şairidir. Başarılı gazeller de yazan Nef’î, asıl ününü hiciv ve kaside alanında sağladı. Sağlam bir tekniği, ağır bir dili, cesur bir söyleyişi vardır. Aşırı süslü, abartılı söyleyişlerini yeni çağrışımlarla birleştirerek kendine özgü bir tarz geliştirdi. Başta padişahlar olmak üzere sadrazamlara, şeyhülislamlara ve devlet büyüklerine kasideler yazdı.

Farsça Divan ve Türkçe Divan’ının yanında Sihâm-ı Kaza (kaza okları) adlı bir de hiciv kitabı vardır. Bu kitabında Nef’î, bazıları ağır küfürlerden kurulu, bazıları hoş ve zarif nükteler içeren hicviyelerini topladı.

Padişah IV. Murad tarafından uzunca süre korunan Nef’î, padişahın bütün uyarılarına rağmen hiciv yazmaya devam etti. Vezir Bayram Paşa’ya yazdığı bir hiciv nedeniyle kementle boğularak öldürüldü.

Eserleri: Farsça Divan, Türkçe Divan, Sihâm-ı Kaza’dır.

EN ÇOK OKUNAN YAYINLAR

Yağmur Şiiri İncelemesi

Çoban Çeşmesi Şiir İncelemesi

Kaldırımlar Şiir İncelemesi

Otuz Beş Yaş Şiiri İncelemesi

Elli Kuruş Öykü İncelemesi