Sis Şiir İncelemesi


Sis

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,
Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibaret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!
Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i müzlim,
Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!
Ey sahn-ı mezâlim.. Evet, ey sahne-i garrâ,
Ey sahne-i zî-şâ’şaa-i hâile-pîrâ!
Ey şâ’şaanın, kevkebenin mehdi, mezârı
Şarkın ezelî hâkime-i câzibedârı;
Ey kanlı muhabbetleri bî-lerziş-i nefret
Perverde eden sîne-i meshûf-ı sefâhet;
Ey Marmara’nın mâi der-âgûşu içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan tûde-i zinde;
Ey köhne Bizans, ey koca fertût-ı müsahhir,
Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;
Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.
Te’sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet
Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!
Hep levs-i riyâ dalgalanır zerrelerinde,
Bir zerre-i safvet bulamazsın içerinde.
Hep levs-i riyâ, levs-i hased, levs-i teneffu’;
Yalnız bu… ve yalnız bunun ümmîd-i tereffu’;
Milyonla barındırdığın ecsâd arasından
Kaç nâsiye vardır çıkacak pâk u dirahşan?

Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;

Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;

Katil kuleler, kal’alı zindanlı saraylar;
Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma’bed;
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
Mâzileri âtîlere nakletmeye me’mûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârât;
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-i siyahında birer yer
Te’min edilmiş nice bin sâil-i sâbir:
“Geçmişlere rahmet!” diyen elvâh-ı mekaabir;
Ey türbeler, ey her biri pür-velvele bir yâd
İkaaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
Ey ma’reke-î tîn ü gubâr eski sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vak’a sayıklar
Viraneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
Gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne… Unutmuş;
Ey mi’delerin zehr-i tekaazâsı önünde
Her zilleti bel’eyleyen efvâh-ı kadîde;
Ey fazl-ı tabîatle en âmâde ve mün’im
Bir fıtrata makrûn iken, aç, âtıl û âkım;
Her ni’meti, her fazlı, hep esbâb-ı rehâyı
Gökten dilenen zûll-i tevekkûl ki… Mürâyi!
Ey savt-ı kilâb, ey şeref-i nutk ile mümtaz
İnsanda şu nankörlüğe tel’in eden âvâz;
Ey girye-i bî-fâide, ey hande-i zehrin,
Ey nâtıka-î acz ü elem, nazra-ı nefrîn;
Ey cevî-i esâtîre düşen hâtıra: nâmûs;
Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs;
Ey havf-ı müsellâh, ki haşaratına râci,
Öksüz, dul ağızlardaki her şevke-i tâli’;
Ey şahsa masûniyyet ü hürriyete makrûn
Bir hakk-ı teneffüs veren efsâne-i kaanûn;
Ey va’d-i mahâl, ey ebedî kizb-i muhakkak,
Ey mahkemelerden mütemâdî sürülen hak;
Ey savlet-i evham ile bî-tâb-ı tahassüs
Vicdanlara temdîd edilen gûş-ı tecessüs;
Ey bîm-i tecessüsle kilitlenmiş ağızlar;
Ey gayret-i milliye ki mebgûz ü muhakkar
Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-i siyâsî;
Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî;
Ey bâr-ı hazerde iki kat gezmeğe me’lûf
Eşraf ü tevabi’ koca bir unsur-i ma’rûf;
Ey re’s-i fürû-bürde, ki akpak, fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu ta’kîbe koşan genç;
Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber;
Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… Hele sizler,
                                                hele sizler…

Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;

Örtün, ve müebbet uyu, ey fâcire-î dehr!..

                                     Tevfik Fikret

18 Şubat 1317 / 3 Mart 1902 ( Tanin, sayı 1, 1324 / 1908)

Günümüz Türkçesiyle

Ufuklarını yine bir inatçı duman sarmış,

Bir beyaz karanlık ki gittikçe çoğalan
Basıncının altında cisimler silinmiş gibidir,
Bütün levhalar tozlu bir bulanıklıktan ibarettir;
Bir tozlu ve heybetli bulanıklık ki bakışlar
Dikkatle dibine işleyemez, korkar!
Lakin bu derin, karanlık örtü sana layık,
Bu örtünme sana layık! Ey zulümler sahnesi!
Ey zulümler sahnesi… Evet, ey parlak sahne,
Ey facia (acıklı olay) süsleyicisi gösterişli sahne!
Ey gösterişin, gürültünün beşiği, mezarı;
Doğu’nun ezeli (başlangıcı belli olmayan) çekici kraliçesi;
Ey kanlı sevgileri nefretle titremeden
Besleyen sefahate (zevk ve eğlence düşkünlüğü) susamış göğüs;
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
Ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın;
Ey köhne Bizans, ey büyüleyici koca bunak,
Ey bin kocadan artakalan bakir dul;
Güzelliğinde henüz tazeliğin sihri ortada;
Hâlâ seyreden gözler üstüne titrer.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere süzgün,
Mavi gözlerinle ne sevimli görünürsün.
Sevimli, fakat en kirli kadınlar gibi sevimli:
Üstünde coşan ağlamaların hepsine karşı duygusuz
Daha kurulurken bir ihanet eli
Temeline lanetin zehirli suyunu katmış gibi!
Zerrelerinde hep ikiyüzlülük kiri dalgalanır,
İçlerinde bir saflık (temizlik) zerresi bulamazsın.
Hep ikiyüzlülük kiri, kıskançlık kiri, çıkarcılık kiri:
Yalnız bu… ve yükselme umudu yalnız bunun.
Milyonla barındırdığın cesetler arasında
Temiz ve parlak çıkacak kaç alın vardır?

Örtün evet ey facia… Örtün, evet ey şehir;

Örtün ve sonsuza dek uyu, ey dünya fahişesi!

Ey gösterişler, kuru gürültüler, şanlar, alaylar;

Katil kuleler, kaleli zindanlı saraylar;
Ey hatıraların sağlam türbesi olan ulu tapınak;
Ey geçmişleri, geleceklere taşımaya memur;
Birer bağlı dev gibi duran gururlu sütunlar;
Ey dişleri düşmüş sırıtan sur kafilesi;
Ey kubbeler, ey şanlı yalvarış binaları;
Ey doğruluğun adını taşıyan minareler;
Ey damı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin kara gölgesinde birer yer
Elde edebilmiş nice bin sabırlı dilenci;
“Geçmişlere rahmet!” diyen mezar levhaları,
Ey türbeler, ey her biri pek gürültülü bir hatıra
Uyandırarak sessiz ve hareketsiz yatan atalar;
Ey çamur ve tozun savaş yeri eski sokaklar;
Ey açılan her gediği bir olay sayıklayan
Viraneler (yıkık dökük binalar), ey kötülerin uykuyla dolu pusu yeri;
Ey kapkara damlarıyla birer ayakta duran yası
Temsil eden sakin ve yıpranmış evler;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa vatan olan
Gamlı ocaklar ki acılıkla somurtmuş,
Yıllarca zamandan beri tütmek ne… Unutmuş;
Ey midelerin zorlamasının zehri önünde
Her alçaklığı yutan iskelet ağızlar;
Ey doğanın yardımıyla en hazır ve verimli
Bir yaradılışa yaklaşmış iken aç, işsiz, güçsüz, kısır,
Her nimeti, her ihsanı, bütün kurtulma sebeplerini
Gökten dilenen tevekkül (her şeyi Allah’tan bekleme) alçalması ki… İkiyüzlü,
Ey köpeklerin sesi, ey söz söyleme şerefiyle imtiyazlı (özel haklara sahip)
İnsandaki nankörlüğe lanet okuyan çığlıklar,
Ey faydasız ağlama, ey zehirli gülüş,
Ey aciz ve elemin konuşması olan lanet bakışı;
Ey esatirin (mitoloji) boşluğuna düşen hatıra: namus;
Ey yüksek mevkilerin kıblesine çıkan yol: ayak öpme yolu;
Ey silahlı korku ki öksüz, dul ağızlardaki her kaderden şikâyet
Senin zararlarından doğmaktadır;
Ey şahsa dokunulmazlık ve hürriyetle birlikte
Bir teneffüs hakkı veren kanun efsanesi;
Ey olmayacak vaat; ey ebedi bilinen yalan;
Ey mahkemelerden durmadan sürülen hak;
Ey kuşkuların saldırması ile duygulanmaya gücü olmayan,
Vicdanlara uzatılan tecessüs (gizli soruşturma) kulağı;
Ey tecessüs korkusundan kilitlenmiş ağızlar;
Ey sevilmeyen ve aşağılanan milli çabalar;
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasi mahkûm;
Ey bilgi ve edebiyatın nasibi, ey unutulmuş yüz;
Ey çekişme yüküyle iki kat gezmeye alışmış
Eşraf (sözü geçenler) ve uyruklar koca bir maruf (herkesçe bilinen) unsur;
Ey aşağı eğilmiş baş, ak pak fakat iğrenç;
Ey taze kadın, ey onu takibe koşan genç;
Ey ayrılık kahrına uğramış ana, ey kırgın eş;
Ey kimsesiz avare çocuklar… Hele sizler,
                                               hele sizler…

Örtün, evet, ey facia… Örtün, evet, ey şehir;

Örtün ve sonsuza dek uyu, ey dünya fahişesi…

Şiir Hakkında

Tevfik Fikret’in “Sis” adlı şiirinin altında 18 Şubat 1317 (Miladi takvime göre: 3 Mart 1902) tarihi bulunmaktadır. Şair, bu şiirinde “istibdat rejimini” eleştirmektedir.

Sis olayı İstanbul’da sıkça görülen bir durumdur. Sis İstanbul için özel bir durum ifade eder. Şehir normalde bile büyük ve ürperticiyken bir de sise büründüğü zaman daha da ürpertici bir duruma gelir. Sis burada dönemin siyasi yapısını temsil etmektedir.

Şiirin Biçim Yönünden İncelenmesi

Nazım biçimi: “Serbest Müstezat”tır.

Uyak düzeni: “aa / bb / cc / dd / ee / ff… şeklinde devam eder.

Ölçüsü: Aruz ölçüsünün “mef û lü / me fâ î lü / me fâ î lü / fe û lün” kalıbıyla yazılmıştır.

Şiirin Ahenk Unsurları (Uyak ve Redifler)

---muannid

---mütezâyid    “-id” tam uyak
---eşbâh
---elvâh       “-âh” zengin uyak (“-â” iki ses değerindedir)
---nazarlar
---korkar     “-ar” tam uyak
---müzlim
---mezâlim   “-lim” zengin uyak
--- garrâ
---pîrâ         “-râ” zengin uyak
---mezârı
---câzibedârı   “-ı” redif; “-âr” zengin uyak
---nefret
---sefâhet    “-et” tam uyak
---içinde
---zinde     “-inde” zengin uyak
---müsahhir
---bâkir         “-ir” tam uyak
---hüveydâ  
---temâşâ      “-â” tam uyak
---süzgün
---görünürsün    “-ün” tam uyak
---mûnis
---bî-his       “-is” tam uyak
---hıyânet
---lânet         “-net” zengin uyak
---zerrelerinde
---içerinde        “-inde” redif; “-er” tam uyak
---teneffu’
---tereffu’     “-effu” zengin uyak
---arasından
---dirahşan    “-an” tam uyak
---şehr
---dehr      “-ehr” zengin uyak

---alaylar

---saraylar   “-lar” redif; “-ay” tam uyak
---ma’bed
---mukayyed   “-ed” tam uyak
---me’mûr
---sûr              “-ûr” zengin uyak
---münâcât
---minârât      “-ât” zengin uyak
---mahkemecikler
---yer               “-er” tam uyak
---sâbir
---mekaabir    “-âbir” zengin uyak
---yâd
---ecdâd         “-âd” zengin uyak
---sokaklar
---sayıklar     “-klar” zengin uyak
---eşirrâ
---ber-pâ        “-â” tam uyak
---mesâkin
---mavtın       “-in, -ın” tam uyak (kulak kafiyesi)
---somurtmuş
---Unutmuş     “-muş” redif; “-t” yarım uyak
---önünde
---kadîde      “-de” tam uyak
---mün’im
--- âkım       “-im, -ım” tam uyak (kulak kafiyesi)
---rehâyı
---Mürâyi    “-âyı, -âyi” zengin uyak (k.k)
---mümtaz
---âvâz        “-az, -âz” tam uyak
---zehrin
---nefrîn     “-rin, -rîn” zengin uyak
---nâmûs
---pâ-bûs    “-ûs” zengin uyak
---râci
---tâli         “-i” yarım uyak
---makrûn
---kaanûn   “-ûn” zengin uyak
---muhakkak
--- hak         “-ak” tam uyak
---tahassüs
---tecessüs   “-ssüs” zengin uyak
---ağızlar
---muhakkar   “-ar” tam uyak
---siyâsî
---mensî   “-sî” zengin uyak
---me’lûf
---ma’rûf     “-ûf” zengin uyak
---iğrenç
---genç      “-enç” zengin uyak
---muğber
---Hele sizler   “-er” tam uyak
(---Hele sizler)

---şehr

---dehr        “ehr” zengin uyak

Şiirdeki Diğer Ahenk Unsurları

Şiirde uyak, redif ve ölçü dışında; şiir boyunca “ey” ünlemi tekrar edilerek ahenk güçlendirilmiş aynı zamanda şiire akıcılık kazandırılmıştır.

Şiirde “e”, “a” ve “u” sesleriyle asonans yapılarak iç ahenk sağlanmıştır.

Ayrıca şiirde ahengi güçlendirme ve anlamı vurgulamak için bazı kelime tekrarlarının da yapıldığı görülür.(örtün… örtün, hele sizler… hele sizler, evet…evet gibi)

Şiirin teması: İstanbul’dur. Ancak şair İstanbul’u anlatırken dönemin sosyal ve siyasal yapısını da eleştirmiştir.

Şiirin Anlam Yönünden İncelenmesi 

Açıklama – Yorum

Tevfik Fikret, şiirinde önce İstanbul’u ağır bir sisin sardığını söylüyor. Sonra sisin içindeki İstanbul’u tasvir ediyor. İstanbul’un tasvirinde istibdat yönetiminin (II. Abdülhamit dönemi) etkisini ve şairde uyandırdığı karamsar ruh halinin yansımalarını görüyoruz.

Sis şiirinde hedef sultandır. Fakat şair, İstanbul’u, tarihi, insanları, içten ve dıştan, yakın ve uzak görünümüyle “simge şehir” olarak hedef almıştır. Ufuklarını bir inatçı duman sarmış, gittikçe çoğalan bir beyaz karanlık ki basıncının altında cisimler silinmiş gibidir, bütün levhalar tozlu bir bulanıklıktan ibarettir; bir tozlu ve heybetli bulanıklık ki bakışlar dikkatle dibine işleyemez, korkar!

Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı muannid,

Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.
Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,
Bir tozlu kesâfetten ibaret bütün elvâh;
Bir tozlu ve heybetli kesâfet ki nazarlar
Dikkatle nüfûz eyleyemez gavrine, korkar!

Bu betimleme şairin ruh halini yansıtır, ancak betimlemeden sonra gelen dizelerde “Sana layık bu derin, karanlık örtü, ey zulümler sahnesi” diyerek tüm şehri suçlar.

Lâkin sana lâyık bu derin sürte-i müzlim,

Lâyık bu tesettür sana, ey sahn-ı mezâlim!

Tevfik Fikret, Sis adlı şiirini derin ümitsizlik ve yalnızlık duyguları içinde kaleme almıştır. Fikret’in kötümserliği İstanbul’un maddi manevi bütün varlığına karşı duyulmuş güçlü bir nefret halinde kendini gösterir.

Şair İstanbul'u sadece tasvir etmez, tarihini de hatırlatır. Daha kurulurken bir ihanet eli temeline lanetin zehirli suyunu katmış gibidir. O, Doğu’nun çekici kraliçesidir. Bin kocadan arta kalan dul bir kız gibidir. Sevimlidir ama kirli kadınlar gibi. Seveni çoktur ama o, hepsine karşı duygusuzdur. İçinde yaşayanlara ikiyüzlülük, kıskançlık ve çıkarcılık kiri bulaşmıştır. Temizliğin zerresi bulunmaz.

Görüldüğü gibi şair, karmaşık duygular içindedir. Bu öyle bir hale gelir ki şair, İstanbul’u bir taraftan sevimli, çekici ve güzel bir kadına, diğer taraftan duygusuz, acımasız ve kirletilmiş bir kadına benzetir.

Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;

Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,
Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ.
Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün
Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!
Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;
Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his.

Öyleyse bu şehir pisliklerini göstermemek için ağır bir sisle örtünmelidir.

Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;

Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr!..

Şair, İstanbul’u tasvire devam eder. Şairin hedefinde sadece insanlar yoktur; saraylar, medreseler, mahkemeler, imaretler(hayır kurumları), türbeler, camiler, surlar ve sokaklar da vardır. İstanbul un gösterişli görünümü içinde; viraneler (yıkık dökük binalar), kötülerin uykulu pusu yerleri; kapkara damlarıyla ayakta duran, yası temsil eden sakin ve yıpranmış evler;  her biri bir leyleğe, bir çaylağa vatan olan acılıkla somurtmuş gamlı ocaklar vardır. Şair, sadece “sansür, casusluk, ihbar, sürgün” gibi uygulamaları değil, bütün bir şehir olarak İstanbul’u eleştirmiştir.

Şair, halkı istibdattan ayrı tutmaz. Tüm şehri yönetimin bir işbirlikçisi gözüyle görmeye başlar. Bu kadar gösterişin içinde iyi ve güzel hiçbir şey yoktur. Seyredenleri kendine hayran bırakan camiler, saraylar, medreseler, mahkemeler birer kötülük mekanıdır. Her yerde matem ve karabasan havası hakimdir.

Katil kuleler, kal’alı zindanlı saraylar;

Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma’bed;
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
Mâzileri âtîlere nakletmeye me’mûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kafile-i sûr;
Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;
Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârât;
Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;
Ey servilerin zıll-i siyahında birer yer
Te’min edilmiş nice bin sâil-i sâbir:
“Geçmişlere rahmet!” diyen elvâh-ı mekaabir;
Ey türbeler, ey her biri pür-velvele bir yâd
İkaaz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;
Ey ma’reke-î tîn ü gubâr eski sokaklar;
Ey her açılan rahnesi bir vak’a sayıklar
Viraneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;
Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;
Ey her biri bir leyleğe, bir çaylağa mavtın
Gam-dîde ocaklar ki merâretle somurtmuş

Tevfik Fikret, şiirinde yüksek mevkilere çıkan yolu; “ayak öpme yolu” olarak görmüş ve onlar için “namus”un hiçbir önemi kalmadığını şu dizelerle dile getirmiştir:

“Ey cevî-i esâtîre düşen hâtıra: nâmûs;

  Ey kıble-i ikbâle çıkan yol: reh-i pâ-bûs”

Sansür ve istibdadı ise “Ey seyf ü kalem, ey iki mahkûm-i siyâsî; / Ey behre-i fazl ü edeb, ey çehre-i mensî” dizeleriyle dile getirir.

Bu dizelerde geçen “kalem” gazeteci yazar, bürokrat ve memurlar, “seyf” ise askerlerdir.  Baskı altındaki bu iki zümre de birer siyasi mahkuma benzetilir.

Şairin yoğun sis içinde gördüğü bunlardır. Doğanın sisi dağılacak ancak istibdadın sisi devam edecektir. Bütün bu manzara içinde şairin en korumasız ve kimsesiz gördüğü çocuklardır. Onlar sisin ve istibdadın yükünü taşıyacak güçte değillerdir.

Ey mâder-i hicrân-zede, ey hemser-i muğber;

Ey kimsesiz, âvâre çocuklar… Hele sizler
                                                 hele sizler

Dil ve Anlatım

Sis şiirinde, resmedercesine tasvir ile hayal gücünü harekete geçirme söz konusudur. Şiir, Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklüdür. Ancak anlatım akıcıdır. Şiirde sözün musiki gücünden yararlanılmıştır.

Şair “sis” imgesi ile o zamanki hükümet merkezi olan İstanbul’u kişileştirir. Anlatımında teşbih (benzetme), teşhis (kişileştirme), hüsn-i talil (güzel bir nedene bağlama), tezat (zıtlık), nida (seslenme) gibi söz sanatlarından ve imgelerden yararlanır.

Şiir, iki bentten oluşmaktadır. Her bendin sonunda “Örtün…” diye başlayan beyitler nakarat gibi kullanılmıştır.

Şiirin anlatımı; şairin karamsar, ümitsiz ve karmaşık duyguları barındıran ruhsal yapısını da yansıtmaktadır.

Genel Değerlendirme

Baskıcı bir yönetimin idaresinde dönemin yazar ve şairleri susturulmuş, hapse atılmış ya da sürülmüştür. Dönemin etkisiyle bazı yazar ve şairler toplumsal yaşamın dışında “aşk”, “özlem”, “hayali bir ülke” gibi bireysel konulara yönelmiştir. Böyle bir ortamda Tevfik Fikret, kendi bakış açısından “sis” imgesiyle dönemin baskıcı yönetimini ve bunun karşısında suskun kalan tüm İstanbul’u acımasızca eleştirmiştir.

Tevfik Fikret’in “Sis” şiiri, her ne kadar Arapça, Farsça kelime ve tamlamalarla yüklü olsa da bir dönemi ve bir dönemin sanat anlayışını yansıtması bakımından önemli bir belge niteliği taşır.

EN ÇOK OKUNAN YAYINLAR

Yağmur Şiiri İncelemesi

Çoban Çeşmesi Şiir İncelemesi

Kaldırımlar Şiir İncelemesi

Otuz Beş Yaş Şiiri İncelemesi

Elli Kuruş Öykü İncelemesi